Dolup Taşanlar - Ölüm


Bir varmış, bir yokmuş. Masal gibi bir var bir yokuz şu hayatta. Dün doğmuştuk yarın öleceğiz. Tüm anlamları anlamsızlaştıran, düşündükçe iyice girift bir hal alan çıkmaz bir sokak gibi ölüm.


Üzerine çok şeyler yazılmış, çizilmiş, nice ağıtlar dökülmüştür. Nice yiğitleri bağrına sarmıştır kara toprak.


Ne kadar yaşayacağımızı bilmeden koşturdukça koşturduğumuz bitmek bilmeyen bir meşgale içerisinde nereye koyacağız ölümü? Nasıl konumlandıracağız?


Farkında mısınız? Çocukluk arkadaşlarınızdan bazıları yaşamıyor artık. Sizden küçük akrabalarınız hayatta değiller. Filistin’de şehit olan binler… Aynı havayı solumuyoruz artık onlar veda ettiler çoktan bize.


Onlar daha az yaşadıkları için mi şanslı bizler daha uzun yaşadığımız için bahtsızız? Hiç böyle düşünmemiştim. Sahi kim şanslı kim şanssız? Neye göre karar veriyoruz?


Ölüm nasıl anlamlı kılınır? Dili olsa ne derdi ölüler bize? Düşünsenize siz bu yazıyı okurken belki de ben hayatta dahi olmayabilirim. Bir varmış bir yokmuş işte. Ne ifade eder ki dünya için? Daha önce milyarları bağrına basmadı mı çiğnediğimiz kara toprak?


Babamın vefatından sonra müjdeli bir haber aldık. Ben baba olacaktım. Hayat zıtlıklarla kaim. Ölüm ve doğum hepsi bu dünyada hepsi gerçek.


Ben küçükken babamı, çocuklarına isim koyması için çağırırlardı konu komşu. Bazen hayaller kurarsınız çok basit herkesin ulaşabileceği basit hayaller gibi görünür. Hep hayal ederdim babam okusun torununa ezanını o koyuversin söylesin kulağına ismini.


Dedim ya ölüm de doğum kadar gerçek. Lezzetleri bıçak gibi keser. Sevinçler buruklaşır. Mutluluklar noksanlaşır. Kızım olduğunda dökülüverdi işte bu şiir kalemimden:

 

Gelen her müjdede boynum bükük ve üzgün

Hep hayal ederdim çocuğum olursa bir gün

İsmini sen ver yavrumun, ezanını sen oku.

Baba oldum ben bugün yanımda babam yok.

Kimsesiz bi çareyim ardımda dağım yok...

 

Alışsa da insan alışılmıyor. Bir gülüş canlanıyor gözünün önünde bazen güldüren bazen ağlatan.


Napacağız şimdi? Nereye koyacağız? Nasıl konumlandıracağız?


Yok olmak mı? Yeniden buluşmak ve bir daha ayrılmamak için gösterilen bir fedakarlık mı?

 

Ademoğluna yazılmış bir yazgıdır bu.

Ah vah, feryad-ü figan fayda vermez.

Kimini elli kimini yirmi yaşında bulur

Genç yaşlı, zengin fakir dinlemez…


Seyyid Kutup, zindanda hapishanede idam emrini beklerken kız kardeşine mektuplar yazar.[1] Bir kısmı şöyledir:


“Artık ölümden korkmuyorum, şimdi gelse bile... Çünkü ben gücüm nispetinde yapabileceğimi yaptım. Eğer yaşarsam yapmak istediğim çok şey var. Ama yapamazsam üzüntüden de kahrolmayacağım.”


Böyle diyebilmek için nasıl yaşamak gerekir? Özlediklerimize kavuşmak için nasıl harcanmalı hayat?


Hayatınız, hayatımız çarçur edilemeyecek kadar değerli. Sevdiklerinize vakit ayırın ve sevdiklerinize kavuşmak için de gayret sarf edin! Bir evladınız varsa başını hissederek okşayın. Sağ ise anne babanız doya doya vakit geçirin. Cennette beraber olmak için uğraşın. Bu dünyada beraberlikler çok kısa sürüyor.


Vakit gelince şairin ifadesiyle:


Sakın bir tas su bekleme ardından

Toprağı toprağa sararlar şimdi


Ana, baba, yar, evlat hepsi dönüp gidince amellerimiz kalacak bizimle. Ya bir bahçe ya bir çukur koyacaklar kabre.


Bölük pörçük, bağlantısız oldu bu yazı. Başlıktan da anlayacağınız üzere dolup taşanlar bunlar. Sürçü lisan ettiysek kusurumuza bakmayın.


Rabbim razı olacağı bir hayat yaşamayı nasip eylesin. Sevdiklerimizle bizleri cennetinde ağırlasın. Ölümü idrak edebilen, kulluğu kuşananlardan eylesin.

 

 

 

 

 

 



[1] Tamamını okumak isteyenler için Ruhun Sevinci adıyla basıldı.

*

Yorum Gönder (0)
Daha yeni Daha eski